BAĞLANMA VE UYKU
Bağlanma nedir?
Bağlanma, bireylerin kendileri için önemli olan diğer kişilerle güçlü duygusal bağlar kurma eğilimleri için kullanılan genel bir terimdir. Aslında bağlanma, bebeklikten başlayarak hayatının sonuna kadar bireyin akıl sağlığı ile ona duygusal destek ve koruma sağlayan bağlanma figürleriyle olan ilişkisi arasında kuvvetli bir bağdan oluşmaktadır (Hazan ve Shaver, 1990). Bu kuramı önemli kılan en temel şey ise bebeklikteki bu ilişkinin ileriki dönemlerde diğerleriyle olan ilişkilerin temelini oluşturduğu varsayımıdır. Bağlanma kuramları, kişinin erken çocukluk döneminde ilgi ve bakımını üstlenen kişiyle kurduğu ilişkinin niteliğinin, yaşamın daha sonraki dönemlerinde onun duygu, düşünce, davranışlarında ve kurulacak olan ilişkilerinde belirleyici olduğunu vurgulamaktadır (Bowlby, 2012).
Bağlanma teorisinin temellerini atan kişi ilk John Bowlby, bağlama kavramına 1940-1950 yılları arasında, birincil bakım veren figüre/anneye sahip olmayan bebeklerin fiziki ve ruhsal sağlıklarının nasıl ilerlediğini incelerek başlamıştır. Araştırmaları sonunda, bir bebeğin birincil bakım veren figürüne/annesine ihtiyaç duyduğu yakınlığı kurması ve devam ettirmesi için gösterdiği her tür davranışı “bağlanma davranışı” olarak tanımlamıştır. Tüm bu davranışlar aslında evrimsel açıdan bebeğin kendini tehlikelerden korumayı hedeflemesi ve hayatta kalabilmeyi garantilemesi için bebeğin yaşamında vardır. Bu nedenle çocuğa birincil bakım veren (genellikle anne) ile yakınlığın korunması bağlanma sistemi içindeki en temel hedeftir ve bu sayede bebeklere güven içinde gelişebilecekleri bir alan sağlarlar (Sümer ve Güngör 1999, Solmaz 2002). Korunmaya muhtaç olarak doğan bir bebek, birincil bakım veren kişisine/annesine yakın olursa beslenme, bakılma ve sağlıklı büyümek gibi bir avantaja sahip olabilir.
Tüm avantajlar bebeğe aslında şu mesajı verir: “Güvendesin, hayatta kalacaksın.”
Bağlanmayla ilgili ilk yapılan araştırmalara, Mary Ainsworth tarafından bebeklerin annelerine bağlanma tarzları ve annelerinden ayrılmaları konusunda verdikleri tepkiler incelenerek başlanmıştır (Ainsworth ve Bowlby, 1991). Bebeklerin annelerinden ayrı kaldıklarında gösterdikleri tepkileri inceleyen “Yabancı Durum” ya da “Yabancı Ortam” olarak adlandırdıkları bu deneyde, bebek annesiyle rahat bir laboratuvar odasına alınmış, ardından kısa aralıklarla annesinden ayrı bırakılmış ve en sonunda da bir yabancı ile yalnız bırakılmıştır. Daha sonra tekrar annesiyle bir araya getirilmiştir. Deney sırasında, bebeklerin gösterdikleri bağlanma davranışları 3 farklı bağlanma tipinde sınıflandırılmıştır:
Güvenli bağlanan bebekler, anneleri ile birlikte oldukları sırada onlarla sıcak ilişkiler kurmuşlar, çevreyi keşfetmekte hevesli davranmışlar, odaya bir yabancı girdiğinde hafif ama kalıcı olmayan bir endişe yaşamışlardır. Anne odadan ayrıldığında ise görülebilir şekilde üzülmüş, anne geri döndüğünde onu sıcak bir şekilde karşılamış, rahatlamış ve anneye yakın olmak istemişlerdir.
Kaygılı-kaçınmacı bebekler odada anne ile beraber olduklarında annelerine ve onların nerede olduklarına ilgi göstermemişlerdir. Anneleri odadan ayrıldığında veya odaya geri döndüğünde ise çok az tepki göstermiş ya da hiç tepki göstermemişlerdir.
Kaygılı-kararsız bebekler en başta annelerinin nerede olduklarına, onların ulaşılabilir olup olmadıklarına, onlarla sık sık sözel ve fiziksel temas kurmaya yoğun bir şekilde dikkat etmişlerdir. Anne odadan ayrıldığında yoğun bir endişe yaşamışlardır. Anne geri döndüğünde ise sakinleşmekte zorlanmış, annelerine hem yakın olmak istemiş hem de yoğun öfke ve direnç göstermişler.
Bağlanmanın püf noktaları nelerdir?
Bağlanmanın başlangıcı, anne ile doğum sonrasındaki ‘ilk temas’ olarak kabul edilmektedir (Allen, 2000). Dolayısıyla bebeğin doğumunu izleyen ilk saatler, emzirmeye başlamak, bebekle aynı odayı paylaşmak, kucaklamak gibi temel bakım davranışları bebek ile anne arasında bir bağ oluşmasını sağlar. Emzirmek; sadece fiziksel /biyolojik bir beslenme değildir, bebekle anne arasında aynı zamanda duygusal (ruhsal) bir beslenme hali de vardır. Emme sırasında kurulan göz kontağı ve dokunuş gibi küçük temaslar ile anne bebek arasındaki iletişimin gelişmesi mümkündür. Bedensel temas ise; annenin kalp ritmi, tenin kokusu, sıcaklığı bebeğin yatışmasına, sakinlemesine ve kendini güvende hissetmesine yarar. Bebeğini kucağında tutan annenin sıcaklığı, gülümsemesi, sakinliği ve gücü bebeğin rahatlamasına yardımcı olur.
Güvenli bağlanma aslında birincil bakım veren kişi/anne ile bebeğin ilişkisinin niteliğinden beslenir. Anneden bebeğe doğru sıcak ve sevgi dolu bakışlar, dokunuşlar ilk aylarda çok önemlidir. Bebek ile ten temasında bulunmak, göz teması kurmak, konuşmak ve gülümsemek en temel püf noktalardır. Bebeğin ihtiyaçlarına hassasiyetle yaklaşmak, birey olarak ona saygı göstermek, uyku ve beslenme gibi yaşamsal aktivitelerde güvenli bir ortam sunmak bağlanmanın oluşum aşamalarıdır. Tutarlı ve pozitif bir ebeveynlik bebeğinizin sağlıklı gelişimi için sağlıklı ve güvenli bir ortamı yaratır.
Bağlanma ne işe yarar?
Beynimizin “güven/tehlike” ikilemine karşı çok hassas bir yapısı vardır. Çünkü beynimiz kendisini tehlikelere karşı korumak için sürekli tetikte duran sistemler bütünü ile donatılır. Amigdala denilen beyin bölgesi, hem insanlarda hem da hayvanlarda korku ve diğer algı ile ilgili hislerin kaydedildiği yerdir. Yani bu bölge korku ile ilgili verileri işlemektedir. Tehlike anında vücut sistemimizi uyarır, kaçmamıza, saklanmamıza, savaşmamıza yardımcı olur. Bu anıları depolar ve aynı tehlikeyle karşılama durumunda yeniden hatırlatarak bizi korur. Ancak amigdalanın aynı zamanda duygusal ve sosyal işleme ile ilgili bir görevi daha vardır. Bağlanma sistemi de işte tam bu noktada devreye girer ve bebeğin ona bakan kişiye yakın olmasını, dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunmasını sağlar. Bakıcı ile kurulacak yakınlığın korunması, bu sistem için en temel hedeftir. Dolayısıyla bağlanmanın temel işlevinden ilki: hayata dair güvenlik duygusu geliştirmektir.
Bağlanmanın temel işaretleri bakım veren ile bebeğin fiziksel yakınlığıdır. Ağlamak bebek için bu yakınlığı garantileyebilecek bir sinyaldir. Çünkü ağlama sesi birincil bakım verenin/annenin bebeği kucağına almasını ve neden ağladığını bulmasını sağlar. Bebek bir süre sonra ağlama ile annesine şu mesajları iletebilir; karnım aç, altım ıslak, huzursuzum, uykum geldi, sevgiye ihtiyacım var, korkuyorum gibi… Bu yakınlık sayesinde bebek beslenebilme, temizlenebilme, rahatlatılma ve sakinleştirilme gibi pek çok ihtiyacının karşılanması ihtimalini arttırır. Aynı zamanda bu yakınlık, konuşmak, anlaşılmak gibi sosyal etkileşim için önemli pek çok işlevi öğrenebilmesine de yardımcı olur. Dolayısıyla bağlanmanın temel işlevlerinden ikincisi: fiziksel (ve ruhsal) gereksinimlerinin karşılanmasıdır.
Anne ile çocuk arasında oluşan bağlanma, başlarda bebeğin temel ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktir. Yakınlığın içeriği yaşamsal ihtiyaçlar için elzemdir. Ancak bebeğin gelişimsel olarak takip ettiği diğer aşamalarda, (dünyayı keşif, beceriler edinme ve sosyallik geliştirme) bağlanmanın başka bir işlevi daha ortaya çıkar. Bebek tüm bu aşamalar sırasında bakım vereni/annesi tarafından desteğe ihtiyaç duyar. Bu destek genellikle “güvende” olmak ile (yani annenin bebeği koruyacağını, tehlike anında orada olacağını bilmesi ile) mümkündür. Çünkü beynimiz ancak ve ancak güvende olursa rahatlıkla gelişebilir. Tanıdık olmayan çevre, yenilikler, rutin dışı gelişmeler çocuğu rahatsız eder ve yakınlaşma/kaçınma tepkilerini beraberinde getirebilir. Anne orada ve tetikteyse çocuk kendini güvende hisseder ve çevreyi keşfetmeye yönelir. Annenin varlığını yanında hissetmiyorsa, annenin orada olup olamama ihtimaliyle ya da bırakıp gideceği ihtimaliyle o kadar meşgul olurlar ki keşfetme davranışını sergileyemezler. Bağlanma ile sağlanan yakınlık bebeğe çevresini keşfetmede kullanabileceği ve güven içinde gelişebileceği bir alan sağlarken, tehlike anında korunabileceği bir sığınak işlevi görür. Bowlby (1982), bağlanmayı, “bir kişinin korktuğunda, yorulduğunda veya hasta olduğunda bir figürle ilişki kurmak ya da yakınlık sağlamak için duyduğu güçlü bir istek” olarak tanımlamıştır. Yani bebeğin tüm bu duygusal zorlanmalar anında bakım veren figürüne/annesine ihtiyacı vardır. Dolasıyla bağlanmanın üçüncü temel işlevi: gelişim sırasında geri dönülecek güvenli bir liman olmasıdır.
Bebekte bağlamanın görünümü ve bebekle ilişki kurmak
Bağlanmanın ilişkisel anlamdaki açılımı, sağlıklı ilişkiler kurma ve sürdürebilme becerisidir. Bowlby’e göre bağlanma teorisi, bebeğin gereksinim duyduğu anda birincil bakım verenin/annenin ulaşabilir olduğunu bebeğine göstermesine ve bunun da bebek tarafından biliniyor olmasına odaklanır. Bu mesajın iletebilmesi için bebeğin dünyaya geldiği andan, hatta anne karnındaki dönemden itibaren olumlu veya olumsuz tüm duygusal sinyallerini anlamak, duygularıyla bağlantı kurmak, ona anlaşıldığını hissettirmek, duygularını yargılamadan, küçümsemeden veya göz ardı etmeden olduğu gibi kabul ederek ihtiyacına yanıt vermesi gerekir.
Çocuklar kişiler arası ilişkiler için oluşturdukları modeller birincil bakım veren figürle kurulan ilişkinin niteliğine göre temellenir. Sağ beyin bölümünün görevi (beynimiz sağ ve sol olmak üzere 2 hemisferden meydana gelir), duyguları anlamak ve anlamlandırmaktır. Bu bölüm için en öneli temel ebeveynin bebekle kurduğu sağlıklı iletişimdir. Duyguları ve ihtiyaçları; anne tarafından anlaşılan, şefkat ve ilgiyle giderilen bebeklerde anlaşılmanın verdiği rahatlık ve mutluluk bu bölümü geliştirir. Böylece empatinin, kendini sakinleştirebilme kapasitesini temelleri atılır. Eğer çocuk erken dönemdeki ilişkilerinde ebeveyninden “ben buradayım, seni duyuyorum, seni anlıyorum, sana değer veriyorum” mesajlarını aldıysa, anlaşıldığını, değerli olduğunu, kabul edildiğini hisseden, kendini sevilmeye değer ve güvenilir bir insan olarak kabul eder. Ancak eğer çocuğun bağlanma gereksinimi yeterince karşılanmadıysa, çocuğun kendisiyle ilgili imgesi zayıf olacaktır. Sevilebilir ve değerli olmadığına, sadece anne babası tarafından değil, hiç kimse tarafından istenmediğine inanan bir birey olacaktır. “Çok sevilen bir çocuk ise sadece anne babası tarafından değil, çevresindeki herkesin sevgi ve şefkatinden emin bir şekilde büyüyecektir” (Burger, 2006).
Bağlanmanın uykuya etkisi nedir?
Uyku temelde kimyasallar ile kontrol edilen yiyecek ve su kadar önemli temel bir ihtiyaçtır. Ancak uykunun hormonlar ile düzenlenmesi dış etkenlerden etkilenmediği anlamına gelmez. Ayrıca bedenin uykuya hazırlanması sadece hormonal bir süreç değildir. Kendini sakinleştirmek ve bedenin gevşemesinin sağlamak gibi duygusal ve zihinsel bir takım basamakları da içerir.
Bebeğin doğduğu anda gece ile gündüz ayrımı yapabilecek bir görüsü yoktur ve uyku ihtiyaçları yetişkinlerinkinden farklıdır. Dolasıyla yemek ve temizlenmek gibi uyumak konusunda da bakım verene/ anneye muhtaç konumdadırlar. Zaman içinde oluşacak bu gece- gündüz döngüsüne kadar yaşadıkları değişimler uykuları dalgalanmalar gösterir. Öte yandan doğum öncesindeki gibi sürekli güvende oldukları, annenin günlük ritimlerini paylaştıkları rahimde değil, dışarda kendi başlarına tüm bu ritimlerden uzak ve anneden temassız haldeler. Bu sebeple de uykuya geçişlerde zihnen ve bedenen gevşeme ihtiyaçlarını da kendi kendilerine karşılayamazlar.
Güvenli bir bağlanma bebeğe “güvendesin, sana bakan biri var.” temel mesajını iletir. Bebeğin kucağa alınması, sakinleştirilmesi, ağlaması karşısında anlayışlı ve empatik bir duruş ise “bakılıyorum, destekleniyorum, beni sakinleştiren birileri var” mesajını iletir. Bu mesajı alan beyin güvenlik ile ilgili kalkanlarını indirerek uyku geçişini kolaylaştırır. Bu sebeple özellikle ilk aylardaki dönemde bebeğin, rahimdeki gibi güvenli bir ortam tecrübesini devam ettirmesi çok önemli bir hale gelir. Bakım verenin/annenin kucağı, teması, sesi alıştığı ortamı temek taşlarıdır.
Bebeğin gece gündüz farkını algılamaya başlamasından sonraki dönemlerde (yaklaşık 3-4 ay) bir takım gelişmeler ve değişimler de bebeğin güvenlik ihtiyacını ve dolaylı olarak uykusunu tetikler. Yeni olan her durum (bedensel ve motor beceri gelişimleri, diş çıkarma, hastalık, katı gıda geçişi, meme bırkama vb.) bebeğin güvenlik algısını etkileyerek, bakım verene duyduğu ihtiyacı arttırır. Bu sebeple bakım veren ile kurulan ilişki (yani bağlanma) sürekli devam eden bir döngüdür. Bu döngü bebeğin uykusuna paralel olarak gece-gündüz olarak bakım veren ile ilişkilerine de yansır. Gündüz bebeğin bakım vereni/annesini az görmesi bağlanma ihtiyaçlarının yeterince karşılanmaması demektir. Karşılanmayan bu ihtiyaçlar bebeğin güvenlik sinyallerini çalıştırır ve bu sebeple gece uyku geçişine giden bebek bu ihtiyaçları talep etmek için daha fazla ağlamak ve sinyal göndermek durumunda kalabilir.
Bağlama ile sağlanan temel güven, bebeğe uyku geçişi gibi kriz anlarında sakinleştirici desteği almasını sağlar. Güvenli bağlanan bebeklerin anneleri ihtiyaçlara duyarlı tepki verirler ve genelde bebek açısından ulaşılabilirlerdir. Öte yandan kaçıngan bağlanan bebeklerin anneleri çoğunlukla bebeklerinin stresli oldukları zamanlarda destek vermezler bedensel temas göstermezler ve sık sık reddeder ve çocuklarını yalnız bırakırlar. Kaygılı bağlanan bebeklerin anneleri ise bebeklerinin ihtiyaçlarından ve endişelerinden ziyade kendi ihtiyaçlarına daha duyarlıdırlar, genelde müdahaleci ve tutarsızdırlar. Organize olmamış bebeklerin aileleri, daha problemli, çökmüş ve reddedilmişledir. Muhtemelen onlar, hala kendi kayıpları, travmaları, çözümlenmemiş bağlanma ilişkileri tarafından rahatsız edilmektedirler (Belsky ve Cassidy, 1994).
Klinik Psk. Börte Özdemir